Ayın Yazarı
Agatha Christie
Katıldığı yaratıcı yazarlık kursunda kaleme aldığı Buz Prenses kitabıyla adını duyuran ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan bir şöhret ve başarı elde eden Camilla Läckberg, İsveçli bir kadın yazar. Buz Prenses ise onun yayımlanan ilk romanı.
Buz Prenses, Camilla Läckberg’in doğup büyüdüğü küçük bir balıkçı kasabası olan Fjällbacka’da geçiyor. Bence bu küçük kasaba en az bir kitap karakteri kadar Buz Prenses’te önemli yere sahip. Neredeyse bütün kasaba insanları birbirini tanıyor. Komşular kimin eve kaçta girip çıktığı bilecek kadar birbirlerinin hayatı hakkında bilgi sahibi.
Buz Prenses, Erica Falck’ın yirmi yıldır görmediği arkadaşı Alex’in cesedini tesadüfen bulmasıyla başlıyor. Erica Falck, ailesinin ölümünün ardından doğup büyüdüğü kasabaya kısa bir süreliğine geri dönmüş ve biyografi türünde eserler kaleme alan bir yazar. Cesedi bulan kişi olması ve Alex ile geçmişteki güçlü ilişkileri sebebiyle Erica kendisini bir anda cinayet soruşturmasının içinde buluyor. Alex’in ailesinin anma yazısı hazırlaması ricası üzerine Erica bir dedektif gibi Alex’in geçmişine yönelik kendi soruşturmasını yürütmeye başlıyor.
Bulunan her bağlantının büyük soru işaretleri doğurduğu kitap karakter bakımından oldukça zengin. Daha önce İsveçli bir yazarın kitabını okumadıysanız eğer isimler ilk başta size yorucu gelebilir ama bir süre sonra göz aşinalığı kazanıyorsunuz. İlk sayfalardan itibaren karşınıza çıkan her bir karakteri akrabalık ilişkilerini de içerecek şekilde kısaca not alırsanız bu isim kargaşasını ortadan kaldırabilirsiniz.
Alex’in son zamanlarda hayatını adeta kapalı bir kutu olarak yaşaması kitaba büyük bir gizem katmış. Neredeyse en yakınları bile Alex’in nasıl bir hayat sürdüğünü tam olarak bilmiyor. 25 yıldır görüşmediği ve on yaşındayken hiçbir açıklama yapmadan hayatından çıkarttığı Erica bir süre sonra hem cinayeti hem de geçmişten gelen bilinmezleri ortaya çıkartmaya çalışıyor. Karmaşık olay örgüleri ve gizli kalmış ilişkilerle kitap tesadüfi olay ve bağlantıların bir bütünü.
Buz Prenses okuduğum ilk Camilla Läckberg kitabıydı. Kitabı kısa sürede büyük bir merakla okudum ama polisiye olaya yönelik bir gizem duygusunu çok yoğun hissettiğimi söyleyemeyeceğim. Okuyucunun merakı neredeyse son sayfaya kadar 25 yıllık bir sır ile canlı tutulmuş diyebilirim. Özellikle gizli çıkar ilişkileri, sır gibi saklanan bağlantılar ve kasabanın bir şekilde hasıraltı ettiği skandallar kitabın temposunu bir an olsun düşürmüyor. Yan konu olarak seçilen Erica ve polis memuru Patrik’in ilişkisi ise okuyucu için kafa dağıtıcı küçük molalar yaratıyor denilebilir.
Tesadüf olgusu çok sık tekrarlansa da Buz Prenses’i genel anlamda başarılı buldum ve on kitaplık Fjällbacka serisinin diğer kitaplarını da okumak isteyerek kitabı bitirdim. Serinin diğer kitapları ve yazarın edindiği tecrübeyle kalemindeki değişimleri gözlemlemek keyifli olacak.
Dünyanın neresinde olursa olsun bazı acılar ve dramlar herkes için aynı hisleri uyandırıyor. Neşe her ülke için farklı anlamlar taşıyabilir ama acının tanımı evrensel boyutta ve tek. Bir röportajında “İsveç sandığınız kadar huzurlu bir yer değil.” diyen Camilla Läckberg’in sözlerine, kitap boyu kocası tarafından şiddete uğrayan Erica’nın kardeşi Anna’nın yer aldığı bölümleri okurken hak vereceksiniz.
Hiçbir skandalın ve suçun tam olarak örtbas edilemeyeceğini hissedeceğiniz soğuk bir İsveç polisiyesi okumak istiyorsanız eğer Buz Prenses’i kitaplığınıza mutlaka ekleyin!
Ayın Yazarı
Agatha Christie